İşte bugün yazdım valla!
hatta bak saat kaç oldu hala çeviriyorum, kopyala yapıştır yapıyorum.
zira sabah 10'da kalkıp ancak 4'te yazmaya başlayabildiğimden gece 1'de tam konsantre olmuş oluyorum.
fakat gel gör ki o anda da uyku bastırıyor.
neyse biraz daha derliyip, yatarım.
artık yarın erkeeeenden kalkar devam ederim.
söz kalkıcam ya..
22 Aralık 2008 Pazartesi
21 Aralık 2008 Pazar
ahahah hiç bişey yapmadım afferin bana!
bugün gezdim, tozdum,
tez yazmak için moral topladım..
sonra beşiktaş-gs maçını radyodan dinledim. beşiktaş yenildi, üzüntümden tezin yüzüne bile bakamadım :(
o derece yani..
sonra dizi seyrettim, sonra kesmedi bi de film izledim.
sonra gün bitti zaten.
yarına allah kerim sevgili blog..
bugün gezdim, tozdum,
tez yazmak için moral topladım..
sonra beşiktaş-gs maçını radyodan dinledim. beşiktaş yenildi, üzüntümden tezin yüzüne bile bakamadım :(
o derece yani..
sonra dizi seyrettim, sonra kesmedi bi de film izledim.
sonra gün bitti zaten.
yarına allah kerim sevgili blog..
20 Aralık 2008 Cumartesi
19 Aralık 2008 Cuma
Başlarken..
Bu blogun "tez yazma kılavuzu" ile uzaktan yakından ilgisi yoktur.
Bu blog tez yazama-manın günlüğüdür.
Bunu bir not defterine de yapabilirdim,
ama günde 36 saat zaten bilgisayar başında olduğumdan hali hazırda şuracıkta yazayım dedim.
Böylece ne kadar ilerleyemedim,
kaç gündür yerimde sayıyorum,
takip edebilirim.
Tez yazamamamı takip etmek isteyenleri beklerim...
Bu blog tez yazama-manın günlüğüdür.
Bunu bir not defterine de yapabilirdim,
ama günde 36 saat zaten bilgisayar başında olduğumdan hali hazırda şuracıkta yazayım dedim.
Böylece ne kadar ilerleyemedim,
kaç gündür yerimde sayıyorum,
takip edebilirim.
Tez yazamamamı takip etmek isteyenleri beklerim...
11 Aralık 2008 Perşembe
National Geographic'ten Kahve...
National Geographic belgesel kanalında FAQs isimli, kısa kısa bilgilerin verildiği bir programcık var. Bir bölümünde şarap, çay ve kahvenin tarihçesinden bahsedip, insanoğlunun neden bu üç içecekten vazgeçemediğini anlatmışlardı. İşte o programdan "kahve" ile ilgili bölüm...
16 Eylül 2008 Salı
8 Eylül 2008 Pazartesi
Kahvenin Yetiştirildiği Yerler
Latin Amerika
* Costa Rica, yaş metotla elde edilen dünyanın en iyi kahvelerinden bazılarını üretmektedir. Asiditesi, kıvamı ve zengin aroması denge halindedir.
* Meksika kahveleri yumuşak tatlılığı, asitliği ve baskın fındık aromasıyla mükemmel bir dengededir.
* Brezilya, dünya kahve üretiminin %29'unu karşılayarak lider durumundadır. Tipik olarak Brezilya kahveleri kuru metotla elde ediliyor olup fındıksı aromaya sahiptir.
* Kolombiya kahveleri dikkatli bir şekilde elle toplandıktan sonra yaş metotla meyvesinden ayrıştırılır ve çekirdekler büyüklüğüne göre sınıflandırılır. Colombian Supremo, Kolombiya’ nın en kaliteli kahve çekirdeğidir.
Afrika ve Orta Doğu
* Etiyopya, kahvenin 3.yy'da keşfedildiği yerdir. Etiyopya kahveleri kuru metotla elde ediliyor olup egzotik kalitede, keskin ve güçlü baharatlı aromaya sahiptir.
* Kenya, kahve çekirdekleri yetiştirildikleri yer, büyüklüklerine göre alfabetik sıraya (AA en yüksek kalitedeki kahve, sırasıyla A, B şeklinde devam eder) göre sınıflandırılır. Kenya AA dünyanın en asitli kahvesidir.
* Yemen, Yemen Mocha, zengin ve koyu aromaya sahiptir, çikolata kıvamında diye tanımlanabilir. Mocha, genellikle çikolata aromalı kahve olarak bilinir.
Asya-Pasifik
* Endonezya kahvesi dünyanın en yoğun kıvamlı kahvesidir. Özellikle Sumatra kahvesi yoğun kıvamıyla ve egzotik aromasıyla çok kaliteli bir kahvedir.

* Vietnam kahve üretiminde önde gelen ülkelerden biridir. Çoğunluğu Robusta kahvesidir.
Dünyada yaygın olarak kullanılan kahve çeşitleri
Arabica ve Robusta
Dünyada kahve, 50'den fazla ülkede yetiştiriliyor olup 50'den fazla kahve çeşidi bulunmaktadır. Ticari olarak en çok kullanılan iki tür Arabika ve Robustadır. Arabika kahvesi, dünyadaki kahve üretiminin %75'ini oluşturmaktadır. Genellikle yüksek seviyelerde, 4.000 feet'ten (1220 m) yükseklerde, yetiştirilmektedir. Robusta, daha düşük kalite de bir kahve çekirdeği olup deniz seviyesi ile 4000 feet (1220 m) yükseklikler arasında yetiştirilmektedir.
Arabica ağacı 5 yılda olgunlaşmasını tamamlar ve yılda en fazla iki kere yapılacak hasat işlemine cevap verir. Diğer yandan Robusta, 2 senede olgunlaşmasını tamamlar ve yılda 4 defa ürün verir. Robusta, daha fazla kahve meyvesi üretmekte olup hastalıklara karşı ise son derece dayanıklıdır. Bu yüzden Robusta yaygın olarak kullanılan tür olup, en ucuz olan kahve türüdür.
Kaynak: www.gloriajeans.com.tr
* Costa Rica, yaş metotla elde edilen dünyanın en iyi kahvelerinden bazılarını üretmektedir. Asiditesi, kıvamı ve zengin aroması denge halindedir.
* Meksika kahveleri yumuşak tatlılığı, asitliği ve baskın fındık aromasıyla mükemmel bir dengededir.
* Brezilya, dünya kahve üretiminin %29'unu karşılayarak lider durumundadır. Tipik olarak Brezilya kahveleri kuru metotla elde ediliyor olup fındıksı aromaya sahiptir.
* Kolombiya kahveleri dikkatli bir şekilde elle toplandıktan sonra yaş metotla meyvesinden ayrıştırılır ve çekirdekler büyüklüğüne göre sınıflandırılır. Colombian Supremo, Kolombiya’ nın en kaliteli kahve çekirdeğidir.Afrika ve Orta Doğu
* Etiyopya, kahvenin 3.yy'da keşfedildiği yerdir. Etiyopya kahveleri kuru metotla elde ediliyor olup egzotik kalitede, keskin ve güçlü baharatlı aromaya sahiptir.
* Kenya, kahve çekirdekleri yetiştirildikleri yer, büyüklüklerine göre alfabetik sıraya (AA en yüksek kalitedeki kahve, sırasıyla A, B şeklinde devam eder) göre sınıflandırılır. Kenya AA dünyanın en asitli kahvesidir.
* Yemen, Yemen Mocha, zengin ve koyu aromaya sahiptir, çikolata kıvamında diye tanımlanabilir. Mocha, genellikle çikolata aromalı kahve olarak bilinir.
Asya-Pasifik
* Endonezya kahvesi dünyanın en yoğun kıvamlı kahvesidir. Özellikle Sumatra kahvesi yoğun kıvamıyla ve egzotik aromasıyla çok kaliteli bir kahvedir.

* Vietnam kahve üretiminde önde gelen ülkelerden biridir. Çoğunluğu Robusta kahvesidir.
Dünyada yaygın olarak kullanılan kahve çeşitleri
Arabica ve Robusta
Dünyada kahve, 50'den fazla ülkede yetiştiriliyor olup 50'den fazla kahve çeşidi bulunmaktadır. Ticari olarak en çok kullanılan iki tür Arabika ve Robustadır. Arabika kahvesi, dünyadaki kahve üretiminin %75'ini oluşturmaktadır. Genellikle yüksek seviyelerde, 4.000 feet'ten (1220 m) yükseklerde, yetiştirilmektedir. Robusta, daha düşük kalite de bir kahve çekirdeği olup deniz seviyesi ile 4000 feet (1220 m) yükseklikler arasında yetiştirilmektedir.
Arabica ağacı 5 yılda olgunlaşmasını tamamlar ve yılda en fazla iki kere yapılacak hasat işlemine cevap verir. Diğer yandan Robusta, 2 senede olgunlaşmasını tamamlar ve yılda 4 defa ürün verir. Robusta, daha fazla kahve meyvesi üretmekte olup hastalıklara karşı ise son derece dayanıklıdır. Bu yüzden Robusta yaygın olarak kullanılan tür olup, en ucuz olan kahve türüdür.Kaynak: www.gloriajeans.com.tr
7 Eylül 2008 Pazar
Sinemacının Kahve Kupasi
Sinemacı dediğinin kahve kupasi budur arkadaşım!

Bir önceki yazımda tanıttığım MultipleChoice markası ile tanışmama vesile olmuş olan bardak budur!Gördüğüm anda vuruldum, daha başka ne diyebilirim ki?
Ayrıca çok kadınsı bir eylem bulunarak "Bu bardağı Paşabahçe butiklerinde bulabilirsiniz. İnternetten siparişi yok, o yüzden acele edin!" demeyi borç biliyorum, nedense....
6 Eylül 2008 Cumartesi
Kahve Kupası Markaları

Efendim madem sitemizin ismi kahvekupasi, madem 40 küsür kahve kupamiz var, o zaman piyasadaki en sağlam, en güzel tasarımlı ve en ucuz kahve kupalarını, en azından elimdekileri tanıtmak boynumun borcu diye düşünüyorum. Demin düşündüm, evet borcu.

Topchoice isimli bu guzide marka Çin menşeli. Fakat gördüğüm en pahallı Çin malı kahve kupası, bu markanın "Multiple Choice" adı altında ürettiği seriler olsa gerek. Her ne kadar Uzakdoğu kültürü yeşil çay ve türevleri üstüne kurulu olsa da, Topchoice markasının internet sitesi için seçtiği renkler bile anında kahveyi çağrıştırıyor.
Velhasıl iyi marka, sağlam ve orta pahallılıkta marka. İthal ama, ne de olsa Çin.
Türkiye'de Paşabahçe getirtmiş bu markayı raflarına; başka bir züccaciyede görmedim henüz, görürsem sizi de haberdar ederim..

Daha fazla model için bi zahmet siteyi ziyaret edin;)
2 Eylül 2008 Salı
Kahve Hakkındaki Gerçekler!

Kahve yararlı bir içecek mi yoksa zararlı mı? Yoksa ikisi de değil mi?
Pek çok bilim insanının kafasını kurcalayan soruların başında kahvedeki etken maddelerin çeşitli hastalıklarla ama özellikle kanserle alakalı olup olmadığı. Yurtdışında bu konuda onlarca araştırma yapıldığı ve her sene farklı bir sonucun bir öncekini ‘değillediğini’ artık görüyoruz
“Kahve kansere yol açıyormuş!” argümanı çoktan çürütüldü. (Yok artık daha neler yani, insanoğlu 500 senedir kahve içiyor.) Amerikan menşeli New york Times’ da bu konuyu, kahvenin kafada yarattığı soru işaretlerini mercek altına alan bir yazı yayınlandı yakın zamanda. Orjinali şu adreste bulabileceğiniz JANE E. BRODY tarafından “kişisel sağlık” köşesinde kaleme alınan yazı özetle şöyle diyor: Kahve kesinlikle masum!
Bütün o böbrek, pankreas, karaciğer ve göğüs kanseri riski safsatalarını çöpe atın. Zira, hepsi birer mitten ibaret. Aynı şekilde, yüksek tansiyon, damar tıkanıklığı ya da kalp krizi riskini de unutun. Zira, yanı başında, küllüğünüzde ona eşlik eden sigaranın kanser yaptığı çoktan anlaşıldı, kupadaki kahvenin değil! Ayrıca bir kupaya 2 tatlı kaşığı süt koyduğunuz sürece, zaten arasında çok zayıf bir bağ olan kafein-kemik erimesi şüphesini de ortadan kaldırabilirsiniz.
Kadınlar için tek problem: evet, kahve düzenli tüketildiğinde ve eğer sporla ve fiziksel aktiviteyle dengelenmezse, kilo alıyorsunuz. Fakat spor yapmadığınız sürece marul dışında ne yerseniz yiyin size zaten fazla kalori olarak geri döndüğünden, burada da faturayı günde 3 bardak kahveye kesmenizin çok da anlamı yok. Kahveye attığınız şekerden vazgeçerseniz ve asansör yerine merdivenleri kullanırsanız bu etkiyi de kendi iradenizle bertaraf edebilirsiniz.
Öte yandan yararları için ne diyor NY Times’ta yayınlanan bu metin? (valla o kadar çok sevdim ki siteye manifesto bile yapabilirim)
Kafein etken maddesi ruh halinizi olumlu yönde değiştirir, zihninizi açar ve fiziksel performansınıza güç katar. İtirazı olan birinin çıkacağını sanmıyorum.
Her 200mg. tüketen denekler kendilerini daha iyi, daha mutlu, enerji dolu hissettiklerini ifade etmişler. Aferin onlara. Ayrıca kendilerinde bir farklılık ve sosyal açıdan canlanma olmuş. Kutluyoruz.
Uyku saatleri kısıtlı olan milyonlarca Amerikalı, kahvenin insana kattığı zihin açıcı özelliği ve karmaşık konuları çözmekte performans artırıcı yönüne kelimenin tam anlamıyla muhtaçlar! Bugüne bugün 8 saat uyumanın zorunluluk değil, zaman kaybı ve hatta aptallık olduğu cümle aleme ilan edilmişken; değil 24 saat, 72 saat olsa bir gün bana ancak yetecekken kahve uykumu açmasa size bu satırları zor yazardım. Aha da bu kadar net.Dahası kafein jimnastik hareketlerinde dayanıklılığı ve performansı artırıyormuş ya, bunu ispatlayan bilim insanının ellerinden öpmek istiyorum. Fiziksel aktivitede karbonhidrat yerine yağları yakması buna cevap olarak sunulmuş. Her geçen gün yeni ve daha güzel şeyler öğreniyorum dostum hakkında.
Kafeinsiz kahve içenlere oranla kafeinli kahve içenlerin Parkinson hastalığına yakalanma riski de %30 oranın daha düşükmüş. Kafeinsiz kahvecilere duyurulur efenim.
Etken maddesi içinden çıkartılmış içecek mi olur ya?
Günde 4 ila 6 kupa arası kahve tüketenlerinse tip2 diyabet hastalığına yakalanma riski hiç kahve içmeyenlere oranla %28 daha düşükmüş.
Kahvenin olabilecek tek olumsuz etkisi aşırıya kaçtığınızda mide yanması ve ters tepen sinirlilik hali olarak gösteriliyor.
Bu listeden anlaşılacağı üzere, evde en sağlıklı insan an itibariyle benim.
Daha önce bir litre filtre kahve içerken yazdığım "Kahveden Öldü" başlıklı öykücük de böylece tam bir kurmaca olarak tarihteki yerini aldı. Neymiş? Kahveden ölünmez arkadaşım!
Bütün o Amerikan filmlerinde de elinden sıcak kahveyi düşürmeyen kent soylu polis, doktor, özel dedektik, avukat rollerine; yol üstündeki kafeye çekip, ilk sipraişini kahve olarak veren tüm kanun kaçaklarına, hatta onlar daha siparişini vermeden elinde o asfalt kahve sürahisiyle (!) gelip "Kahve alır mısın?" sorusunu yönelten yol üstü kahvaltıcıların garson kızlarına burdan el sallıyorum, selam ediyorum.
Bir başka kahveli yazıda görüşmek üzere efenim.
Haber kaynağı: NY Times 5 Agustos 2008 tarihli "Health" köşesinde yer alan haber.
Kısa yolu: http://getir.net/6me
25 Ağustos 2008 Pazartesi
Sınır Tanımayan Tohum: Kahve
Kahve: Sınır tanımayan tohum
Ortadoğu'dan yola çıkan kahvenin yolculuğu...
Avrupa, kahve kültürünü, büyük ölçüde Fransız botanikçi Jean de la Roque'a borçlu... İstanbul'da yaşayan ve ithalat-ihracat işleriyle uğraşan bir Türk ailesinin yakın dostu olan bu Fransız'ın etkisiyle, 1644 tarihinde Marsilya'da, "Türk kahvesi" satılan birkaç dükkân açıldı. Ortadoğu'dan ilk ciddi kahve sevkıyatı ise, 1660 yılında gerçekleşti.
Ancak, kahvenin insan tarafından tüketimi bu tarihlerden çok eskilere gidiyor. 8. yüzyılda, Etiyopya'da kızartılmış ve ezilmiş kahve meyvelerinin, yağ ile karıştırılıp üstüne tuz ekilerek yendiği biliniyor. Peki ama ilk kahveyi kim içti? Bu konuda tarihsel bir kanıt yok. Efsaneye göre, 1300 yıllarında Yemen'de Kaldi adlı bir çoban, bir gece ay ışığında keçilerinin bazı yeşil ve kırmızı meyveleri yedikten sonra dans etmeye başladıklarını görüyor. Bu olayı köyünün imamına anlatıyor. Birlikte, söz konusu bitkinin meyvelerini toplayıp kurutuyorlar; sonra da, suyun içinde ısıtıp içiyorlar. Ancak, kahve yaparken hangi yöntemi denediklerini kimse bilmiyor. Bitkinin içeriğindeki kafeinin uyarıcı etkisini ilginç bulan imam, onu tüm din adamlarına tavsiye ediyor.
Kızıldeniz kıyısındaki Arap ülkeleri, uzun yıllar kahvenin tekelini ellerinde tutmaya çalışmış-lardı. Bu nedenle, ülkeden çıkan tüm kervanlar çok sıkı bir biçimde denetleniyordu. Ne var ki, bu tadı sadece 2 asır koruyabildiler. Hac için Mekke'ye gelenlerin aracılığıyla, kahve kültürü öteki Müslüman ülkelerde de yayıldı. Kentteki ilk kahvehaneleri, 1554 yılında İstanbul'a gelen iki Suriyeli açtı. Bu yeni kültür öyle büyük bir rağbet gördü ki, 50 yıl içinde İstanbul 500 kahveye kavuştu. Kahvehaneler, insanların siyaset konuştuğu, kitap ve gazete okuduğu mekânlar haline dönüştüler. O yüzden de zaman zaman kapatıldılar, buralara giden insanlar takibata uğradılar.
17. yüzyılda Baba adında bir Hintli, kahveyi Hindistan'a taşıdı. Ancak kahve, İngiliz işgaline kadar bu ülkedeki varlığını bir ayrıntı olarak sürdürdü. O tarihlerde en büyük sorun, kahve üretilen bölgelerin ve ürünün transit ticaret yollarının Osmanlı egemenliğinde olmasıydı. Avrupalılar birkaç kez, Osmanlı vatandaşı olan aracıları devre dışı bırakmak için Arabistan'dan doğrudan kahve ithali girişiminde bulunmuşlardı. Ama, bu çabaları başarısızlıkla sonuçlanmıştı. 1690'da Hollandalılar, riski oldukça büyük bir operasyona giriştiler. Arabistan'dan satın aldıkları kahve fidanlarını, gemilerle kendi sömürgeleri olan Endonezya'ya taşıdılar. Özellikle Cava Adası'nda kahve yetiştirmeye başladılar.
Ardından, Sumatra ve Bali adalarında da geniş plantasyonlar açıldı. Artık, Avrupa'nın bir numaralı kahve satıcıları Hollandalılar olmuştu. Ne var ki, özellikle Fransa, bu ticarette geri kalmak istemiyordu. 1715 yılında Yemen sultanını ziyaret eden bir Fransız resmi heyeti, birkaç kahve fidanı koparmayı başardı. Bu ganimet titiz bir biçimde Reunion Adası'na taşındı ve burada kahve üretimine geçildi. Fransa'nın girişimi İngilizler'i ve tabii bu arada Hollandalılar'ı yeniden hareketlendirdi. 1715'te Hollanda gemileri, kahveyi Surinam'a, İngiliz gemileri ise Jamaica'ya taşıdılar. Böylece, Uzakdoğu ve Pasifik adalarından sonra, Orta ve Latin Amerika da kahveyle tanışıyordu.
1727 yılında Fransız Guyanası genel valisinin eşi, genç bir Brezilyalı subaya aşk oldu. Yanında bir kutu mücevher ile birkaç kahve fidanı alarak Brezilya'daki sevgilisine kaçtı.
Türk kahvesi pişirirken...
*İçme suyu fincanla ölçülerek cezveye konur.
*Her fincan için iki çay kaşığı kahve, iki çay kaşığı şeker ilave edilir (ya da isteğe göre daha az ya da fazla).
*Kısık ateşte kahve ve şeker iyice karıştırılır.
*Bir süre sonra kabaran köpük fincanlara pay edilir (yaklaşık bir buçuk dakika sonra).
*Kalan kahve bir taşım daha pişirilir ve fincanlara boşaltılır.
*Türk kahvesi sunulurken yanında su da verilir. Su, kahveden önce içilir. Böylece kahvenin tadı daha iyi alınır.
Kahvenin Latin Amerika'daki öyküsü kanlıydı. Bu kıtadaki dev plantasyonlarda çalıştırılmak üzere, onbinlerce Afrikalı köle olarak Yeni Kıta'ya götürüldü. Kölelerin büyük bölümü yolda, bir kısmı da plantasyonlardaki feci koşullarda can verdi. Öte yandan, kahvenin yayılma öyküsü, sömürgecilik hareketlerini de yakından izliyordu.
1880'de Afrika'nın paylaşımı iyice netleşince, kahvenin bu kez Atlantik'ten geri dönüş öyküsü başladı. Fildişi Sahili, Gine gibi ülkelerde yeni kahve plantasyonları kuruldu. Ancak, bu ithal kahve hiçbir zaman "Coffea liberica" ve "Coffea canephora" gibi bölgesel Afrika kahvelerinin değerine ulaşamadı.
Yeryüzünün bilinen en eski bitkilerinden biri olan kahve çekirdeği, yetiştiği yöreye göre adlandırılıyor ve yine yetiştiği yöreye göre özel bir tada ve aromaya sahip... Kahve ağacı 7-8 metre uzunluğunda bir bitki... Ancak, yoğun tarımın yapıldığı plantasyonlarda, ağacın bu kadar uzamasına asla izin verilmiyor ve 2 metreye ulaştığında budanıyor. Koyu yeşil yapraklarının üstü bir deriyi anımsatıyor ve gövdeye kısa saplarla bağlanıyor. Yasemin kokusundaki çiçeği 10-15'li gruplar halinde açıyor, ama birkaç saat sonra soluyor. Kahve meyvesinin olgunlaşması ise 8-10 ay sürüyor. Bu süreçte, meyvenin rengi önce yeşilden sarıya, daha sonra da kırmızıya dönüyor. Meyveler iyice parlak bir kırmızı renge ulaştığı zaman toplanıyor.
Kahve, pratik ve kolay yetişen bir bitki. Ağaç, ekildikten 3-4 yıl sonra meyve vermeye başlıyor. Meyvelerin, çalı şeklindeki bitkinin üzerinde değişik olgunluk aşamalarında bulunmaları yüzünden, makineli hasat yapılması neredeyse olanaksız. Ancak Brezilya'nın iklimi, tüm meyvelerin aynı anda olgunlaşmasına olanak verdiği için, makineli hasat yapılabiliyor. Her ağaç, yılda yaklaşık 2.000 meyve üretiyor. Her meyvenin içinde, bir çift kahve tanesi ya da bazen "peaberry" denilen tek kahve tanesi bulunuyor. 2.000 meyveden, yaklaşık 500 gram ağırlığında tane elde ediliyor. Bir kahve ağacının ömrü ise 30-40 yıl...
Genellikle bir tropikal iklim bitkisi olan kahve, ekvatorun bol yağış alan, ortalama sıcaklığın 18-24 derece arasında oynadığı ve don olayının hiç görülmediği bir kuşakta yetişiyor. 600-1.200 metre yüksekliklerde bile kahve bitkisine rastlanıyor.
Gönül ne kahve ister ne kahvehane, gönül sohbet ister, kahve bahane... Kahve sözcüğü, Arapça "kahwa"dan geliyor. Bu sözcüğün de Habeşistan'da kahve üretilen Kaffa bölgesinden alındığı sanılıyor. Kaynaklarda, kahve çekirdeğinin ilk kez 10. yüzyıl başlarında Habeşistan'da "ekmek" olarak kullanıldığından söz ediliyor. O dönemlerde, kahve çekirdekleri önce kavrulup, daha sonra değirmende çekilerek toz haline getirilirmiş.
Toz haline gelen kahve, su ve yağla yoğrulup hamur durumunu aldıktan sonra fırında pişirilirmiş. Kimi kaynaklarda ise, kahvenin dövülüp toz haline getirildiği, böylece bir tür ezmesi yapılarak ekmek üstüne sürülüp yendiği belirtiliyor. Daha sonra, Arap tacirler kahveyi kendi ülkelerine götürülüyorlar ve bugünkü şekliyle içecek olarak kullanılmaya başlıyor.
"Şeytan kadar kara, cehennem kadar sıcak, melek kadar saf ve aşk kadar tatlı ..."
Kahve ve kahvehanelerin kültürümüzdeki yeri tartışılmaz. İstanbul'da içilmeye başladıktan yaklaşık bir asır sonra, 17. yüzyıl başlarında Osmanlı tacirleri aracılığıyla önce İtalya'ya, oradan da Fransa'ya giden ve Osmanlılar tarafından getirildiği için "Türk kahvesi" diye anılan kahvenin Türkiye'deki öyküsü, Kanuni Sultan Süleyman'a uzanıyor. Şeytan kadar kara, cehennem kadar sıcak, melek kadar saf ve aşk kadar tatlı bu içecek, ilk olarak 1520'de, Kanuni'nin Yemen'i almasıyla duyuluyor. Yemen'in fethinden sonra, Habeşistan valisi Özdemir Paşa, Kanuni'ye bir çuval kahve göndererek, kahvenin 470 yıllık serüvenini başlatıyor.
Kanuni, kahveyi ve edebiyatını çok beğeniyor. Hatta, kahvenin insan sağlığı üzerine olumsuz etkileri nedeniyle, Mekke'de İslam bilginlerince yasaklanmış olmasına da aldırış etmiyor. 1543 ve sonrasında halk arasında da rağbet görmeye başlayan kahve, gemilerle İstanbul'a getirilmeye başlıyor.
1555 yılında Hakim ve Şems adında iki kişi, Tahtülkale (Tahtakale) yakınında büyük bir kahvehane açıyor. Türk toplumsal ve siyasal yaşamında önemli yeri olacak kahvehane de böy-lece tarihimize giriyor. Tarihçi Peçevi, Halep'ten Hakim adında bir "herif", Şam'dan da Şems adında bir "zarif" geldiğini ve bunların "kahvefüruşluğa" başladığını anlatıyor.
Kahvehaneler, kısa sürede "okur yazar" takımının, mevki sahibi kişilerin gittiği, günlük gazetelerin okunduğu, sanat üzerine konuşulan yerlere dönüşüyor. Peçevi, "Devlet erkânı müstesna olmak üzere bütün kibar, zarif ve münevver adamlar, ilk İstanbul kahvehanelerini doldururdu" diyor. Ahmet Refik ise, bu mekânları şöyle tanımlıyor: "Kahvehanelere gelenler, İstanbul'un ayak takımından değildi. Şair, edebiyatçı, bilimden anlayan yetenekli kişilerdi. Her kahvehanede yirmi otuz köşede meclisler kurulurdu. Kiminde kitap okunur, dinlenir, kiminde tavla, satranç oynanır, seyredilir, kiminde en yeni gazeller ve kasideler okunarak gönüller büyülenirdi."
Çeşitli dönemlerde kapatılan kahvehaneler, yine de halkın toplanma yeri olmaya devam etti. Kahve yoklukları, kahvehanelere televizyonun girmesi, çokpartili döneme geçişte kahvehanelerin propaganda merkezi haline gelmesi, kahve ve kahvehane kültürünü olumsuz etkileyen unsurlar olarak değerlendiriliyor.
Türk kahvesi, fal bakma aracı olmuş; fincan, cezve, dibek gibi araçları icat ettirmiş; kahvaltıdan sonra içildiği için, dilimize "kahve altı" deyimini kazandırmış. Toplumdaki yasakçı zihniyetin ve son dönem Osmanlı idari biçiminin izlerini taşıyan, senelerdir hep aynı şekilde hazırlanıp içilen bir tutku...
Türk kahvesi pişirilip cezveden fincana döküldüğünde, dibinde biriken posasının yani telvesinin içilmemesi gerekiyor. Bu Türk kahvesinin sağlıklı oluşunun bir nedeni... Yine, damakta en uzun süre tadını devam ettiren kahve türü olarak değerlendiriliyor. Türk kahvesi, Rio türü kahve çekirdeğinin, orta derecede kavrulup ince şekilde öğütülmesiyle hazırlanıyor. Bu kahvenin özel bir tadı, köpüğü, kokusu, pişirilişi, ikramı, kısacası bir kimliği var. Tadının alınabilmesi için, kavrulduktan sonra hemen tüketilmesi gerekiyor. Bir şairin dediği gibi: "Ehli keyfin keyfini ne tazeler? Taze elinden, taze pişmiş taze kahve tazeler..."
KAYNAK
Metin ve görseller Focus Dergisi'nin internet sitesinden alınmıştır. http://www.focusdergisi.com.tr/kultur/00235/
23 Ağustos 2008 Cumartesi
bir kahve macerası..
Bundan yıllaaar yıllar evvel, akşamların birinde, yemeğin üstüne nescafe içmeye niyetlenmiştim.
Kahve suyunu ateşe koydum ama gözüm dolabı açınca kavanozdaki kakaoya takıldı...
"Hımm yeni bir şeyler neden dene miyim?!" Einstein'a bak sen... Neyse aldım kakaoyu, bi kaşık ondan, bi kaşık kahve, at biraz şeker.. Su kaynadı, oh mis gibi; az biraz süt.. kakao parçacıkları tam çözülmedi tabii kahve gibi, olsun ama havalı oldu.;) peki, ilk yudumdan sonra ne oldu? "allah seni naapsın be! ıyyk rezil olmuş kahvenin tadı kalmamış. zıkkımın pekini iç emi!" diye diye zorla içirttim o kahveyi o akşam kendime.. Bilmem belki de ben beceriksizdim ve oranları tutturamadım ama yıllar sonra nescafe çukulatıyı kahveye empoze edip, 3'ü birarada'sını yaptı. ve ben bu satırları sizlerle paylaşırken, yıllar önce bir akşam aklıma esen fikrimin benim mutfağımdan çıkıp, yaban ellerde üretilip, sonra gene benim bardağıma nasıl geldiğini düşünüyorum...
19 Ağustos 2008 Salı
en güzel kahve henüz içilmedi...
“Kahveden öldü” dedi, cinayet masasından gönderilen dedektife.
“- Boş yere cinayet delili aramayın. 30 yıldır her gün içtiği asfalt kahveden midesi delindi ve öldü. Şekersiz ve sütsüz, o en koyu kahve. Gidin mutfaktaki kahve kavanozunu gözaltına alın!”
“Çok söyledim ona, dinletemedim. Benim gibi cahil bir kadını kim dinlesin ki zaten. Şimdi de siz inanmıyorsunuz bana. Ama nasıl olsa haklı olduğumu anlayacaksınız.”
“- En ince detayına kadar tam bir otopsi istiyorum!” . Sesiyle evin kutu gibi salonu titredi ve genç dedektif bir kez de içinden geçirdi, ‘kahve içmekten insan ölebilir mi gerçekten?’
…
“ Erkek, 63 yaşında. 1.72 boy, 65.2 kilo… Bedende kesik ya da darb izi yok...” saymayı bırakıp, halen kayıttaki teybi cansız başın yanına bıraktı; son kez gözleri, kalbini ve nabzını yokladı. Canlılık belirtisi olmadığından emin olarak, neşteri göğüs kafesinin ortasından aşağıya doğru indirdi…
…
Masasına gelen adli tıp raporunu, içinden çıkacak sürprizi merak ederek açtı
dedektif. Cinayet masasında dedektifliğe terfi edeli henüz 4 ay olmuştu, ve bir insanın kahve içmekten ölebileceğine henüz aklı yatmamıştı. İşte otopsi teşhisi elindeydi, ve yıllarca gerçek ismini okurlarından saklayarak onlarca öykü kaleme almış olan yazarın ölüm nedeni şekersiz, sütsüz o koyu kahvelerdi. Hizmetçi kadın haklı çıkmıştı. Raporda yazarın otopsi teşhisi olarak, son aşama ülserin mide çeperini eriterek mide kanserine dönmesi, ve midenin dörtte üçlük kısmını kanserli hücrelerin sarmış olması, ve ileri derecedeki kanserli hücrelerin diğer sindirim sistemi organlarına sıçrayarak sistemi iflas ettirmesi ve nihayetinde kalp yetmezliği gösterilmişti. Sol elindeki şekersiz kahveyi masaya bıraktı dedektif.
Demek ki acılar içinde kıvranarak, ama kendi evinde, ölmüştü öykü yazarı. Hastane, doktor, ilaç, teşhis, ameliyat, gerekli önlemler..hani nerdeydi bunlar? İnsan bedeninde kanseri hissettiğinde, kalkıp bir doktora gitmez miydi? Yoksa insan ülser olduğunu da mı anlamazdı? Karakterlerin derinliklerine inerek o öyküleri anlatan adam, hayatındaki en önemli karaktere karşı, kendi karşı bu kadar cahilce, bu kadar tedbirsiz ve vurdumduymaz davranabilir miydi? Kim bilir hangi hikâyelerini mide yanmasını bastırmaya çalıştığı anlarda yazmıştı. Kendisine uykusuz, uzun geceler sunan dostunu, son nefesine kadar yudumlamaya devam etmişti...
En sevdiği ve halen dibinde kahve lekeleri olan fincanları, içi değişik aromalarla dolu üç kahve kutusu, farklı markalara ait yedek kahve poşetleri ve emektar sıcak su makinesi ifadeleri alındıktan sonra, kasten adam öldürmek suçundan tutuklanarak, polis merkezinin yarı açık mutfağına gönderildi. Savcı 2 ila 3 ay gibi kısa bir sürede tüketilmeleri isteminde bulundu; mahkeme heyeti savcının talebini yerinde bularak kararı oybirliği ile onadı. Kahvelerin aromatik yapısı göz önünde bulundurularak içine süt karıştırılmadan tüketilmesine karar verildi.
Dosya kapandı.
Hizmetli kadın yeni örtülen toprağın üstüne bir papatya bırakarak, iç geçirdi: ‘ o kadar da söylemiştim sana, beni dinlemedin..’
Kaydol:
Yorumlar (Atom)

